Kanada'yı, A'yı, yabancılığı ve kendimi anlattığım hikayeme zorunlu bir ara...
Özellikle easybiker e'den duyduğuma göre bisiklet camiasında kim bu Ece Tanar, gerçek değil de sanal bir karakter mi lafları almış başını gitmiş. İnsanlar birbirini Ece sanmaya başlamış. Hele de dünkü film gösterimine gidemememden dolayı bu iş iyice ciddileşmiş.
İnsanların bunu bana söylemeyip kendi aralarında konuşması da işin başka manidar yönü tabii.
Lisede gerçekliğin nasıl bir şey olduğunu anlatmaya çalışan hocama bunu anlaşılmasının çok kolay olduğunu söylemiştim diğer arkadaşlarım gibi. Arkadaşınıza dokunurdunuz ve bu onun gerçek olduğunun çok açık göstergesi olurdu. O zamanlar Matrix de çekilmemişti, Zizek diye birini de tanımıyorduk.
Fiziksel olarak bir zamanda ve mekanda bulunmak gerçekliğin ne kadarıdır? Ben Kanada'da Toronto'da okul kantininde çay içerken burdaki bisikletçi dostlar için var mıydım? Berkley'in bir elmayı 'fikirlerin terkibidir' diye tanımlaması gibi ben de sizlerin fikirlerinin bir terkibi miyim?
Ben bu idealistlere inanıyorum aslında, birinin varlığından haberiniz yoksa o birinin varlığını nasıl bilebilirsiniz?
Ben, Ece Tanar, sizin için dünden beri varım, annem için doğduğumdan beri.
Gerçekliğin güvenilmez bir kavram olduğu ortada. Dokunmadığınız birine güvenemiyorsun anlıyorum ama Truman kasabadaki herkese güvenip, gerçek bir hayat yaşadıklarını sanıyordu da noldu?
Fantazi sizi çağırır. Zizek'in dediği gibi kurarsanız eninde sonunda başınıza kurduğunuz gelir 9/11 gibi.
Facebook üzerinde gördüğü gülümsemenin gerçekliğini sorgulamayan insanoğlu şimdi Ece Tanar'ın varlığını sorguluyor. Hergün aynı saatlerde otobüse binip, aynı yolları aşıp aynı saatte uyuyan, hafta sonları aynı gün aynı yerde eğlenen insanoğlu kendi yaşamının gerçekliğinden şüphelenmiyor da varoluşunu açık ve net sorun haline getiren Ece'yi sorguluyor!
Cevabı gerçeklik ve sahtelik meselesini dert edinmiş olağanüstü bir filmden ödünç alarak vermek lazım en iyisi;
Rachael: Do you like our owl?
Deckard: It's artificial?
Rachael: Of course it is.
of course it is...
İnsanların bunu bana söylemeyip kendi aralarında konuşması da işin başka manidar yönü tabii.
Lisede gerçekliğin nasıl bir şey olduğunu anlatmaya çalışan hocama bunu anlaşılmasının çok kolay olduğunu söylemiştim diğer arkadaşlarım gibi. Arkadaşınıza dokunurdunuz ve bu onun gerçek olduğunun çok açık göstergesi olurdu. O zamanlar Matrix de çekilmemişti, Zizek diye birini de tanımıyorduk.
Fiziksel olarak bir zamanda ve mekanda bulunmak gerçekliğin ne kadarıdır? Ben Kanada'da Toronto'da okul kantininde çay içerken burdaki bisikletçi dostlar için var mıydım? Berkley'in bir elmayı 'fikirlerin terkibidir' diye tanımlaması gibi ben de sizlerin fikirlerinin bir terkibi miyim?
Ben bu idealistlere inanıyorum aslında, birinin varlığından haberiniz yoksa o birinin varlığını nasıl bilebilirsiniz?
Ben, Ece Tanar, sizin için dünden beri varım, annem için doğduğumdan beri.
Gerçekliğin güvenilmez bir kavram olduğu ortada. Dokunmadığınız birine güvenemiyorsun anlıyorum ama Truman kasabadaki herkese güvenip, gerçek bir hayat yaşadıklarını sanıyordu da noldu?
Fantazi sizi çağırır. Zizek'in dediği gibi kurarsanız eninde sonunda başınıza kurduğunuz gelir 9/11 gibi.
Facebook üzerinde gördüğü gülümsemenin gerçekliğini sorgulamayan insanoğlu şimdi Ece Tanar'ın varlığını sorguluyor. Hergün aynı saatlerde otobüse binip, aynı yolları aşıp aynı saatte uyuyan, hafta sonları aynı gün aynı yerde eğlenen insanoğlu kendi yaşamının gerçekliğinden şüphelenmiyor da varoluşunu açık ve net sorun haline getiren Ece'yi sorguluyor!
Cevabı gerçeklik ve sahtelik meselesini dert edinmiş olağanüstü bir filmden ödünç alarak vermek lazım en iyisi;
Rachael: Do you like our owl?
Deckard: It's artificial?
Rachael: Of course it is.
of course it is...