18 Şubat 2010 Perşembe

Kahve almaya gitmek...



A. ile sevişmemiz bittiğinde o sabah, yüzüme bakıp "Türkiye'ye döndüğünde bunu hatırlamanı istiyorum" demişti. O erkekliğini kanıtlamaktan memnun kafamı eliyle çevirip bunları söylerken ben evde kahvenin bitmiş olmasından endişeliydim. İranlı coffe-shop'a gidip kahve almak zorundaydım.

Şimdi İzmir'deyim. Evet A.'yı özledim. Ama onun kastettiği şeyi, sevişmelerimizi değil. Sorun evde kahvenin bittiğini anlayıp, ben hafiften kestirmeye devam ederken sessizce çıkıp Necib'ten kahve alması ve hazırladığında beni uyandırmamasıydı. Burada, Bornovada'ki evimde annem coffee endonesiea'ya bağımlılığımı bildiğinden zaten evden eksik etmiyor, ama şimdi de benim aklım A.'da, soğuk Toronto'da sokakta t-shirtle gezerkenki pervasızlığında, bana "beni unutma" deyişindeki kibirde.

Onun yüzüne bakıp sen de beni unutma, demek isterdim aslında. Soğuk ve dünyadan steril bir Kanadalı'ya biraz şeker atmıştım, biraz sosyal sorumluluk ve biraz da tarih katıp karıştırmıştım. Seviştiğiniz adamı biçimlendirmiş olmanın yoğun hazzı hiçbir şeyde yoktur. Bir Kanadalı'yı ortadoğulu haline getirmenin de.

Beni unutma A. Şimdi benim için kutuladığım bir sürü küçük Kanada anısından birisin, kayıt tuttuğum notlarda çok geçen bir isim. Bu notları aslında kendimle konuşmak için yazıyorum, hafızama yıllar sonrası için şimdiden yardım etmek için. Sen bunları asla okuyamazsın, bu dili anlaman hiç mümkün olmadı, denemedin de. Biz senin dilini iyi biliyoruz da siz hiç çabalama gereği duymuyorsunuz, ne ironik demiştim sana; buraya gelip yaşayan, okuyan sizsiniz de ondan demiştin ukalaca. Bak bunu da hiç unutmadım.

Neyi hatırlayıp neyi unutacağımız belli olmuyor, bazen asla unutmayacağımızı sandığımız detaylar hatırlanmaz oluyor, insan bunların gerçekten yaşanıp yaşanmadığına emin olamıyor, bilinç hatıralara kurgusallık ekliyor siz farketmeden. Ne dersiniz fazla kahveden olabilir mi?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder