19 Şubat 2010 Cuma

Lost in Toronto




Pearson'ın granit kaplı girişinde dikilirken Toronto'da İngilizce konuşulmadığını bilmiyordum, insanların kendi aralarında Babil kulesindeki gibi değişik dil ve aksanlarda konuştuğunu, İngiliz dilinin biraz üvey evlat olarak özellikle yabancılar için işe yaradığını bilmiyordum.

İnsan kendi evinden ayrılmadan önce dışarısını bir panayır gibi hayal ediyor; renkli, eğlenceli bambaşka bir dünya. Kapıyı açıp dışarı çıkmanın gereksizliğinden bahsetmiyorum, sadece sıcak evinizde pencerenin arkasında bir kahve eşliğinde izlediğiniz romantik yağmurun dışarıda sizi ıslattığını anlatmaya çalışıyorum. Dikkatsiz şoförlerin üzerinize su sıçratmaması için sürekli tetikte olmanız gerektiğinden bahsediyorum.

Kendinizle ilgili sorunlardan Toronto'ya bile gelseniz kaçamıyorsunuz. Eninde sonunda yuvaya dönüyorsunuz; 'hep yuvaya dönmek' diyen Leguin'e siz 'ev kendini öyle hissettiğin yerdir' diyen Oz Büyücüsü repliğiyle cevap vereceksiniz biliyorum, ama yapmayın. Her zaman tek bir ev var çoğumuz için, yaptımız tek şey sevdiklerimizi alıp oraya götürmek. Onlarla camın ardında güvenli bir şekilde sıcak birşeyler içmek.

Sürekli kendimle hesaplaşıyorum, Kanada'da geçirdiğim yıllar nasıl etkiledi beni diye. Burda ya da İzmir'de olmanın farkı neydi? Bunun cevabı çok karmaşık ama ortada olan birşey var, o da orada, o soğuk, sincapların ve geyiklerin aramızda dolaştığı, silik bir mimariye ve tarihsizliğe mahkum ülkede pek arkadaşım olmadığıydı. Babil kulesinde kim kendine arkadaş edinebilir ki?
İşin kötü yanı o yılların İzmir'deki arkadaşlarımı da alıp götürmesiydi.
Anlayacağınız panayıra katılmak için evimden çıkıp gittiğim dışarıda, farkına bile varmadan kayboldum.

Evim çok uzaklardaydı, çevremdekilerin sürekli farklı diller konuşmakta olduğu, üşüdüğüm çok üşüdüğüm bir dünyada A.'nın bana sunduğu cd'ler ve çizgiroman raflarıyla dolu, sıcak ve geniş salona, Fidel'in tüylü bedenine, maple yaprağı şeklindeki yastığının üzerinde uykuya dalmaya seve seve razı oldum.

A, tek seçeneğim sendin.




4 yorum:

  1. insana kaybetmeyi hoyratça öğretir yaşam. Her tarafta kayıp ruhlar, birbirlerine dokunmadan nasıl da avare dolanıyorlar...

    easy biker e.

    YanıtlaSil
  2. kayıp ruhlar birbirlerinin dilinden anlar easybiker e.

    YanıtlaSil
  3. Sevgili Ece,
    Yurtdisi cok farkli ,bende kizim dolayisiyla 1997 yilindan beri devamli bir sekilde 6 aylik donemler de Amerika'da bulunuyorum.Hala alisamadim .Kendimi orada bir hic olarak goruyorum,bombos sokaklar, insansiz bahceler,balkonlar,calmayan kapi ve telefon zilleri.Kimliksiz biri gibi hissediyorum kendimi.

    Eger gercek dostlariniz varsa ne kadar sure uzak kalsaniz da onlardan dondugunuz de yine ayni yerden basliyabiliyorsunuz.Herhalde siz cok genc yaslarda gittiniz ve pek pekistiremeden arkadasliklari araya ayriliklar girdi ve herkes kendi yolunda yurumeye basladi.Inaniyorum ki cok sey de katmistir size yurtdisi cunku sizler bunu daha genc yaslarda yasamissiniz.Benim yaslarimda alistigim duzen ,evim cok daha onemli oluyor.

    YanıtlaSil
  4. kesinlikle haklısınız.
    Ayrıca facebook ve blogumu izleyip yorum yazdığınız için de çok teşekkür ederim. benim için çok değerli.

    YanıtlaSil